27 Nisan 2013 Cumartesi

MUSTAFA KEMAL’İN DÜNYAYA GELİŞİ VE ÖĞRENİMİ








Yazan: Fahrettin ÖZTOPRAK

A)          AİLESİ-DOĞUMU:

Mustafa Kemal’in dedesinin adına Kızıl Hafız Ahmet Efendi, dedesinin kardeşinin adı­na Kızıl Hafız Mehmet Emin Efendi derler. Bunların soyu Karaman’dan gelerek Manastır Vilayeti’nin Debre-i Bala Sancağı’na bağlı Kocacık köyüne yerleşmişlerdir. 1830 yılında da Kocacık köyünden Selanik’e göç etmişlerdir.[1] Görüldüğü gibi aile “Kızıl” lakabıyla anılıyor­du. Kızıl’ı birileri “Kırmızı”[2]‘ya tevil etmiş, o şekil anmak istemişler. Oysa “Kızıl” Türkmen­lerde büyük bir soyu ifade eder. Anadolu’daki Türkmenlerin büyük bir kısım bu soydan­dır. Bu ad 1040-1041 yıllarında Rey’de vefat eden[3] Selçuklu veziri Azizüzdevle Kızıl Bey[4]’­den gelir. Kızıl Bey, Tuğrul Bey’in ilk veziriydi. Mustafa Kemal, anne tarafından Sofuzade Feyzullah Efendi’den gelmektedir. Sofuzade Feyzullah Efendi, Selanik’e bir saat kadar u­zaklıkta bulunan Langaza’da çiftlik sahibiydi. Mustafa Kemal’in kız kardeşi Makbule Hanı­mefendi’nin anılarında sık sık bahsettiği çiftlik burasıdır. Mustafa Kemal’in annesi Zübey­de hanımefendi, Feyzullah Efendi’nin eşi Ayşe Hanımefendi’nin tek kızıydı.[5]
Karaman Va­liliği İnternet Sitesi’ne göre, Feyzullah Efendi’nin soyu, “1466’larda Karaman’dan gelerek Vodina Sancağı’na bağlı Sarıgöl’e yerleşmiş; sonra Selanik yakınlarındaki Lankaza (Lan­gaza)’ya göçmüş”ler.[6] Annesinden dinlediklerini nakleden Makbule Hanımefendi’nin, “Bizim esas soyumuz Yörüktür. Buralara Konya-Karaman çevrelerinden gelmişiz. Bü­yükbabam Feyzullah Efendi’nin büyük amcası Konya’ya gitmiş, Mevlevi dergahına girmiş, orada kalmış. Yörüklüğü tutmuş olacak”[7] demesi bu nedenledir. Aslında Yörükler Avşar­lar gibi Türkmenlerden gelmektedir. Ancak günümüzde tarih bilinci zayıflamış olacak ki, bazı Yörükler kendilerini Türkmenlerden ayrı görmek isterler. Oysa Yörük adıyla, Türkmenin ko­nar göçerliğini devam ettiren kısmını ifade etmişlerdir. Bizde, Konargöçerliği bırakanın Yörüklüğü kalmaz, denir.

1)   Doğumu:

Mustafa Kemal, Ali Rıza Bey’in ve Zübeyde Hanımefendi’nin oğlu olarak 1881 yılında Selanik’te dünyaya gelmişti. Mayıs ayında doğduğu tahmin edilmektedir. Annesi “beyaz tenli, açık sarı saçlı, yüksek iradeli, sağ duyu sahibi, sağlam karakterli, dindar, beş vakit namazını kılan sofu bir hanımdı.”[8]
Babası, “ileri görüşlü, kişiliği olan bir insandı.”[9] “Sela­nik Evkaf katipliğinde ve rüsumat memurluğunda, 1876’da da Selanik Asakiri Milliye Ta­burunda birinci mülazım (teğmen) olarak bulunmuştu.”[10] Mustafa Kemal, onu hayal me­yal hatırlardı.[11] Çünkü, babasını küçük yaşta kaybetmiş, yetim kalmış, Zübeyde Hanıme­fendi ise oğlunun yetiştirilmesini üzerine almıştı.[12]

2)   Doğum Meselesi:

Son günlerde ortaya Atatürk’ün Malatyalı olduğuna dair bir görüş ortaya atıldı. Bunun başını çeken Fatih Bayhan. Söz konusu şahıs, 1997 yılından beri yazıyorum dediği ama, halen bitiremediği “Mustafa’dan Kemal’e, Atatürk’ün Büyük Sırrı” kitabında, Atatürk’ün babasını bir başka baba yaptığı gibi, annesini de bir başka anne yapıyor, işin tuhafı Zübeyde Hanımefendi’yi de Atatürk’ün halası yapıp işin içinden sıyrılıp çıkıyor. Onun Atatürk’ün annesiymiş denen kadına da verdiği isim Ayşe… Allaha çok şükür ki, bu aileye Türkmen ailesi demiş.[13] Ancak Fatih Bayhan’ın hazırladığı Zübeyde Hanım (Gölgesinde Mustafa Kemal'i Büyüten Kadın) adını verdiği kitap ise Pegasus yayınlarında piyasaya çıkmış. Bu kitabında neler yazmış, okumadım.
Mustafa Kemal’in ailesinde bir Ayşe Hanımefendi var, o da Zübeyde Hanımefendi’nin annesi. Fatih Bayhan’a göre, Atatürk’ün babası da Mehmet Reşat Efendi, güya… Mustafa Kemal 5 yaşında yetim kalınca Zübeyde Hanımefendi evlendiği kocası Ali Rıza Bey’le onu ve çocuğun annesini alıp güya Malatya’dan Selanik’e geliyor, kadın vefat edince de Zübeyde Hanımefendi’yle eşi Ali Rıza Bey bu çocuğu nüfuslarına geçiriyorlar. Kitabı hazırlayan kişi, “Elinde tapu, nüfus kayıtları, mahkeme tutanakları ve ses kayıtları olduğunu” söylüyor.[14] Ne tapusu, ne nüfus kayıtı, ne mahkeme tutanağı, ne ses kayıtı? Bunların biri bile neyi ifade ettiği belli olmadığı gibi gerçek delil değil. Ama ağız torba değil ki büzesin dendiği gibi, zamanımızda kalemin de hokkası yok ki batırıp da yazasın.
Fatih Bayhan, Mustafa Kemal’in belgelerle sabit dedesi Kızıl Hafız Ahmet Efendi’yle kardeşi Kızıl Hafız Mehmet Emin Efendi’nin 1830 yılında Kocacık köyünden Selanik’e göç ettiklerini görmezlikten geldiği gibi, hiç mesabesinde kabul ediyor. O söz konusu uydurmayı ileri sürdüğü gibi, Zübeyde Hanımefendi’nin dedesi Sofuzade Feyzullah Efendi’nin Selanik’e bir saat kadar u­zaklıkta bulunan Langaza’da yaşadıklarını bile hiç hesaba katmamış. Sanki belgelere dayanan bu bilgiler uydurmadan başka bir şey değilmiş gibi. O, Makbule Hanımefendi’nin “Bü­yükbabam Feyzullah Efendi’nin büyük amcası Konya’ya gitmiş, Mevlevi dergahına girmiş” sözlerine de itibar etmemiş.
Şecaettin Zenginoğlu’nun araştırmasına göre, “Zübeyde Hanımefendi'nin babası Aydın'dan Selanik'e gitme Sofuzade Feyzullah Efendidir. Diğer bir deyimle Zübeyde Hanımefendinin babası Aydınlı'dır.” “Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü arşivlerinde bulunan, 950 tarih ve 82 numaralı İl Yazıcı Defteri ile 1051 tarih ve 469 numaralı İl Yazıcı defterinde Anadolu'dan Rumeli'ye geçen Türk Boy ve Ailelerinin isimleri açıkca yazılı bulunmaktadır. Bunların Müslüman Oğuz Türk'ü, Yörük Türkmen Boylarından oluşan aileler olduğu kayıtlarda belirtilmektedir.” “Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendiye Alüş Efendi derlerdi. Kocacık Nahiyesi tamamen Türk'tür. Burada yerleşenlerin çoğu Aydın ve Konya yöresinden gelen Türklerdir. Hatta bu aileler Yörük Türkmenleridir. Bu Yörük Türkmenlerinin Tanrıdağ ve Karagöz olduğu, yukarıda adı geçen İl yazıcı defterinde kayıtlı bulunmaktadır.” [15]
Şimdi biz Osmanlıdan kalma söz konusu belgelere mi inanacağız, yoksa Atatürk vefat ettiğinde 6 yaşında bulunan bir kızın büyüdükten, başından bir çok evlilik geçtikten sonra, 2007 yılında Malatya’yı ziyaretinde baloda sarfettiği, "Atatürk 'ün ailesi Malatya'dan Selanik'e gitti. Ata'nın evinde bu konuşmayı duydum"[16] sözlerinin etrafında kurgu kuran birine mi inanacağız?
Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu: "Atatürk Malatyalı değil. Atatürk 'ün doğduğu eve kadar pek çok ayrıntıyı biliyorum. Selanik nüfus kayıtlarında da var. Kocacık Yörüklerinden. Kocacık Yörükleri Konya ile Ankara bölgesinde yaşarlar. Rumeli'ye nakledildiler. Rumeli'dekilerin yaşadıkları yer asıl Bulgaristan taraflarıdır. Fakat bir grubu Makedonya taraflarına yerleşti. Kocacık Köyü'nde dedesi Kırmızı Hafız Ahmet Efendi var. Onun zamanında Selanik'e göç ettiler" diyor.[17]
Ülkü Hanımefendi, Atatürk’ün manevi kızı, daha doğrusu evlatlığı, o vefat ettiğindeyse 6 yaşında. Bu Ülkü Hanımefendi, Atatürk’ün evinde babasının Malatyalı olduğunu konuşulurken duymuş. Oysa Atatürk’ün son iki yılı Hatay meselesi ve Dersim isyanı nedeniyle çok hummalı geçmişti. Bu konuların konuşulmasına da imkan ve zaman yoktu. Atatürk’ün 14 Kasım 1937’de Malatya’yı ziyareti var. O, İplik ve Bez Dokuma Fabrikası’nı tetkik etmiş. [18] Ziyaretin amacı bu. Hadi ondan sonra konuşulsa bile 5 yaşındaki bir kız  o konuşmaların tamamını nasıl aklında tutabilir? Not alınmış olsa, neyse ne?!... Hadi konuşuldu diyelim, ancak herhalde söz konusu konuşmada Atatürk, “Ailemiz Malatya’dan Konya’ya gelmiş, oradan da Manastır’a göçmüşüz” demiştir.
Zaten her iki haberin kaynak olarak aldıkları Radikal gazetesindeki yazısında Ömer Şahin bile olayı pek ciddiye almamış olacak ki, “Anlatılanlara inanasım gelmedi. Ne de olsa ilk kez duyduğumuz şeylerdi bunlar. “Niye şimdi?” diye sordum. Madem böyle bir durum var, bunca yıldır neden kimse konuşmadı? Atatürk, bile bile niye sustu? Ya Akçadağ’daki yakınları? Atatürk, bir ulusun simgesi. Böyle bir ismin hayatı yüz yıldır yanlış biliniyor olabilir mi? Dedim”[19] diyor.
Ülkü Adatepe, baloda yapmış olduğu konuşmanın dışında sanırım başka bir şey söylememiş. O çocuğu yaşlılık anında bu konuşma ile lekeleyenler, Atatürk’ün Sabiha Gökçen adlı yine bir evlatlığını Ermenilikle itham ederler. Oysa Sabiha Gökçen’in amcasının oğlu Fethi Doğançay’dır, bununla ilk evliliğini yapmıştır.[20] Söz konusu kişi ise Ermeni değil, Türk asıllı biridir. Söz konusu haberi internetteki PDF dosyasından alıp yayınlayan, yazının altına not düşen Hristiyan gazete adlı gazetede utanılmadan, “Sabiha Gökçen’in de Ermeni kökenli olduğu ortaya çıkmıştı” deniyor. Nasıl açığa çıkmış ise… Adam yazmış. Buyur, bu ne nane, bu ne turşu.

3)   Çirkin İftira:

Fatih Bayhan, Akçadağ’da 1993 yılında yaşanan Çakıroğulları’na ait bir tapu olayında meselenin peydahlandığını söylüyor. Ancak dönemin Genelkurmay başkanı Necip Torumtay’ın söz konusu belgeleri toplatıp, ortada bir şey bırakmadığını da söyleyen kendisi.[21] Peki, öyleyse o bu bilgilere nereden ulaşmış. İşin çirkin ve pis tarafı Zübeyde Hanımefendi’nin karalanması. Hemen hemen 90 yıldır birilerinin dillerinden düşürmediği malum lekeleme kampanyası. Fatih Bayhan’ın zaten tek amacı da bu. Yani namazında niyazında olan, nur yüzlü, pırıl pırıl bir kadını toplum nezdinde kötü göstermek.
Turgut Özakman’ın Dr. Rıza Nur Dosyası adlı kitabı kaynak gösterilerek, “Rıza Nur, daha sonra yurt dışındayken kaleme alıp Atatürk’ün ölümünden sonra yayınlanmasını istediği “Hayat ve Hatıratım” adlı kitabında akla hayale gelmeyecek yalanlar ve iftiralarla Atatürk’e saldırmıştır. Örneğin, ona göre Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım bir genelev kadınıdır! Atatürk’ün babası ise belli değildir” denmektedir.[22] Ancak ben Rıza Nur’un bunları yazdığına pek inanmıyorum. Sanki hatıratındaki o iğrenç kısımlar sonradan, yazarın vefatından sonra eklenmiş gibi. Zaten bu kitabı Türkiye’de gizlice bastıran ve ilk olarak el altından yayınlayan da Kadir Mısıroğlu. Güya o söz konusu kitabın mikro filmlerini British Museum’dan alıp 1968 yılında hayali olarak kurduğu Altındağ Yayınevi baskısıyla yayınlamış.[23] Yani adamın işi gücü hayali, sahtecilik ve gizliden bir şeyler yapmak. Peki, ben bu adama nasıl inanacağım?
Fatih Bayhan diyor ki: “Aile, laf-söz olmasın diye O’nu çiftliklerinde çalışan Ali Rıza Efendi ile evlendirip, Selanik’e gönderiyor.”[24] Peki, Zübeyde Hanımefendi, Atatürk’ün gerçek annesi değilse, sen bu kadından ne istiyorsun? Demek ki, Zübeyde Hanımefendi Atatürk’ün gerçek annesi olduğu gibi, babası da gerçek babası. 80-90 yıldır sürdürülen Atatürk’ü karalama kampanyası çalışmalarında Ali Rıza Bey, Atatürk’ün babası olmadığı iddia ediliyordu, şimdi işin içine annesi de girdi. Türklüğü ve onun büyük liderini lekelemek, katletmek isteyen kılıç, önceden bir ağızlıydı, şimdi iki ağızlı. Ve onun bu kitabını da birileri yazarın yazdıklarından tiksinmeden, söz konusu kitabı kaldırıp çöpe atmadan okuyacak, öyle mi? Vallahi benim o kitabı okumayı midem kaldırmaz. Zaten okumak da istemem.

4)   Akıl var, mantık var:

Türkiye’de en köhne kasabada bile 1850’ye kadar olan nüfus kayıtları var, Akçadağ’da da olmamasına imkan yok. Ancak Çakıroğulları’ndan Mehmet Reşat oğlu, Ayşe’den doğma Mustafa diye biri var olmuş olabilir. Ancak bunun 5 yaşına gelince annesiyle birlikte Selanik’e gittiği, sonra bu çocuğun Zübeyde Hanımefendi ve Ali Rıza Bey’e evlat olarak verildiğine dair bir belge var mı? Yok. Öyleyse… 5-6 yaşlarındaki Ülkü Adatepe, söylenenleri nasıl hatırlıyor ise Mustafa Kemal o sıralarda 5-6 yahut 7 yaşlarında bulunduğu halde neden bir şey hatırlamıyor? Yoksa Ülkü Adatepe süper zeka da, Mustafa Kemal geri zekalı biri mi? Tabi ki akla bu sorular gelecektir. Bu sorulara cevap vermek bana değil Fatih Bayhan’a düşer.
Mustafa Kemal’in annesi ve babasının cedleri Konya’dan Selanik’e ya da Manastır’a yerleşmişlerdir. Ancak Mustafa Kemal’ın baba tarafından ceddi, XVIII. Yüzyıl’ın içinde Makedonya’ya gelmiş olabilirler. Söz konusu sülalenin kökeni Malatya’dan 1701-1725 yılları arasında Konya’ya göç eden, ya da iskana tabi tutulan bir Türkmen ailesi, ya da obası olabilir.
Bizde bir efsane vardır, anlatılır. Bu efsane XVII. Yüzyıl’ın son çeyreği ve XVIII Yüzyıl’ın ilk çeyreğine, yani Osmanlının iskan siyasetinin uygulandığı, Türkmenlerin devlet kuvvetleriyle çatıştığı ve Uzunyayla’dan, bilhassa Malatya’dan  Anadolu’nun diğer taraflarına, bilhassa İçanadolu’ya, Ege ya da Karadeniz bölgelerine göçlerin vuku bulduğu zamana aittir:
“Alevi Türkmen beyleri kılıçtan geçirilmiştir. Bu sırada kocası öldürülen Beydili aşiret reisinin hanımı üçüz oğlan doğurmuştur. Çocukların öldürüleceğinden endişe duyan kadın, sürgüne gitmeden önce çocukları dağdaki bir mağaraya götürür bırakır. Bir kaç yıl sonra Beydili aşireti sürgünden eski yurtlarına döner. Kadın, hizmetçisi kadınla birlikte çocukları bıraktığı mağaraya gider, gördüğü manzara karşısında gözlerine inanamaz. Üç oğlu da ellerinin baş parmağını emerek sıhhatli bir şekilde yaşamaktadır. Çocukların kimler tarafından korunup beslendiğini öğrenmek isteyen kadın, bir kenara gizlenir beklemeye başlar. Gün batarken bir kurt ağzında yiyecekle gelir ve çocukları besler. Üç oğlunu alıp çadırına dönen ana, kara yağız kıllı oğluna Kurt Karaca, İnce uzun sırım gibi oğluna Cerit, kafası iri boynu ince oğluna da Boynuince diye isim verir. Daha sonra Türkmen obaları içinde bu üç kardeşin obaları, 'Boynuinceli', ‘Karacakurt' ve 'Cerit' olarak anılır.”[25] Hatta yine anlatıldığına göre, Firüz oğlu Kurt Bey’nın, diğer namı Kurt Karaca’nın Kangal’ın Kocakurt köyüne geldiğinde kafilenin önünde giderek yol gösteren Bozkurt’un bir tepe üzerinde durduğu ve dolunay içinde uluduğu, kafilenin bir kısmının buraya yerleştiği söylenir.[26] Efsanelerde mantık aranmaz, ne demek istediği, yani anlam aranır.
5-6 yaşlarındayken, Ülkü Hanımefendi söz konusu sözleri işitmiş, ancak ya yarım yamalak duymuş ya da doğal olarak çocukluk gereği tam olarak aklında tutamamış, zamanla 2007 yılında baloda ifade ettiği şekle büründürmüştür, yaşlılık işte. Çünkü Atatürk, Ergenekon efsanesine, Türeyiş destanına oldukça benzeyen söz konusu menkıbeye çok merak sarmış, atalarının Konya’ya belirtilen iskan siyasetinden sonra mı gelmişti diye araştırma yapmış olabilir. Biliyoruz ki Rakka Suriye sınırları içinde, İslahiye ise Gaziantep’in Güneybatısında, Hatay’a yakın bir yerdi. Türkmenlerin sürgün olayları bu yerlerde yaşanmış, Türkmenler yaylak zamanları Uzunyayla’ya gönderilmeyince Osmanlıya kafa tutup, kafileler halinde yola çıkmışlardır.
İnternetten köyümüze ait bir siteden mesajlaşma ile 2010 yılında tanıştığımız Karapınar’dan Mehmet Bey, kendilerinin Beğdili’ye bağlı Hotamışlı Türkmenlerden olduğunu, XVIII. Yüzyılın başlarında Malatya’dan bulundukları yere göçüp geldiklerini belirtmektedir. Bizim aşiret de, o yıllarda Darende’nin Sofular köyünden (şimdi burası Kuluncak’a bağlı nahiye, kasaba) çıkmış, Uzunyayla’nın Batı kısımlarına gelerek, çevrede belirledikleri Mengensofular köyü dahil, diğer köy yerlerine yerleşmişlerdir. Bunlar günümüzde bile Türkmen köyleri olarak adlandırılır. Hatta bizim geliş yol üzerinde bulunan Havuz köyü gibi Kangal köylerinde bile akrabalarımız vardır.[27]

B)         ÖĞRENİMİ:

Mustafa Kemal, 1894 yılında Selanik Mülkiye Rüştiyesi’nde okul hayatına başladı. An­cak o, burada tahsilini tamamlayamadı, ayrıldı. Çünkü okul müdür yardımcısı ve öğretme­ni Kaymak Hafız Efendi öğrencilere çok dayak atıyordu. Bu dayaklardan Mustafa Kemal de nasibini aldı. Hatta Kaymak Hafız Efendi ona kafayı takmıştı bile. Ne yaparsa yapsın Mustafa Kemal öğretmene kendini kabul ettiremiyordu. Bu nedenle okulu kısa sürede bıraktı. İşte, o okul hayatı Mustafa Kemal’in batıya dönük düşünce sahibi olmasını ve eğitim reformunu benimsemesini sağladı.[28] Günümüzde, son günlerde Mustafa Kemal’in 7 yaşında hafız olduğu ortaya atıldı. Görüyorsunuz, bu doğru değildir. Biri bir iki namaz suresini ezbere biliyor diye, o kişi hafız olmaz.

1)   Askeri Rüşdiye:

Okulla ilişiğini kestiği gün varıp Askeri Rüştüye’ye kaydını yaptırdı. Onu bu kararı almaya kimse teşvik etmemişti. Hatta annesinin bile haberi yoktu. Sırf kendi iradesiyle varıp Askeriye mektebine girmişti. Onun bu kararı almasında babasının asker olması ve üs­teğmen rütbesiyle görev yapmasının etkisi vardı. Çocukken babasının defalarca gördüğü duvara asılı kılıcının, dinlediği kahramanlık türkülerinin askerlik mesleğini seçmesinde ro­lü bulunabildi. O sıralarda Selanik Askeri Rüştüyesi disipliniyle, kuvvetli öğretim ve eğiti­miyle şöhret sahibiydi. Bu okul onun yetişmesinde büyük etken oldu. Mustafa Kemal ze­kiydi, kabiliyetliydi. Bir anda arkadaşları arasında kendini göstermeye başladı. O ayrıca hocalarının da dikkatini çekmişti. Bir gün matematik hocası, senin adın Mustafa, benim adım Mustafa, arada bir fark gerek. Bundan sonra senin adın Mustafa Kemal olsun dedi. İşte ondan sonra ona Mustafa Kemal dediler. Bu ad benimsenmişti.[29]

2)   Askeri İdadi:

Askeri Rüştüye’yi başarıyla bitiren Mustafa Kemal 1896 yılında Manastır Askeri İda­disi’ne kaydını yaptırdı. O burada kendini daha iyi yetiştirmeye başladı. Hatta tatillerinde bile bunun için çalıştı. Fransızcasını okuma tekniğini ilerletmek, dahi iyi Fransızca konu­şabilmek için Selanik’teki Papaz Okulu’nun derslerine katılmıştı. Bunun ona faydası oldu. Mustafa Kemal’in Papaz Okulu’na gidip gelmesinde başka amacı yoktu. Ama onu yanlış anladılar. İdare bunu yasakladı. Dayak ve yasak olayı Mustafa Kemal’in zihninde düşün­celere yol açmaya başladı.
Manastır İdadisi’nin tarih öğretmeni Kolağası Mehmet Tevfik Bey, ona Türk tarihini a­na hatları ile öğretti. Mustafa Kemal tarih dersinden hoşlanmıştı. Hele öğretmeninin Türk tarihinin detaylarına girmesi kaçırılmaz bir fırsattı. Ömer Naci ve arkadaşlarıyla da ta­nışmış, şiire, edebiyata, hitabete ilgi duymaya başlamıştı.
1897 Osmanlı-Yunan Savaşı, o sırada 16 yaşında bulunan Mustafa Kemal’i heyecanlan­dırdı. Hatta o, kendi ifadesiyle, az kalsın gönüllü yazılıp bu savaşa katılacaktı, denedi ama, olmadı. Savaş zaferle bitmişti. Bu onda babasından intikal eden milliyetçilik ruhunu ve sevgi­sini kamçıladı.[30]

3)   Harp Okulu

Mustafa Kemal, 1899 yılında İstanbul Harp Okulu’na girdi ve 1902 yılında okulu başa­rıyla bitirdi. Rütbesi teğmendi.[31] Artık bir subay olmuştu. Şimdi, onu dinleyelim:
“İdadide iken birinci, ikinci olma için hepimizde bir gayret vardı. Nihayet İdadiyi bitir­dim. Harbiye’ye geçtim, burada da riyaziye merakım devam ediyordu. Birinci sınıfta saf gençlik hayallerine tutuldum, dersleri ihmal ettim. Senenin nasıl geçtiğinin farkında ol­madım. Ancak dersler” bitince “kitaplara sarıldım. İkinci sınıfa geçtikten sonra Askerlik derslerine merak sardım. Şiir yazmak hususunda İdadi hocasının koyduğu yasağı unutmu­yordum. Fakat güzel söylemek ve güzel yazmak hevesim baki idi. Teneffüs zamanlarında hitabet talimleri yapıyorduk. Saati ellerimize alıyor, ‘… Bu kadar dakika sen, bu dakika ben söyleyeceğim…’ diye müsabaka ve münakaşalar” yapıyorduk.[32]
“Mektep talebesi arasında okunmak üzere mektepte el yazısı ile bir gazete tesis ettik. Sınıf dahilinde ufak bir teşkilatımız vardı. Ben heyeti idareye dahildim. Gazetenin yazıla­rını ekseriyetle ben yazıyordum. O zaman Mektep Müfettişi İsmail Paşa vardı, bu hare­ketimizi keşfetmiş; takip ettiriyormuş.
Mektep müdürü Rıza Paşa isminde bir zattı. Bu padişah nezdinde İsmail Paşa tarafın­dan azarlanmış, mektepte böyle talebe var, ya farkında olmuyor, ya müsamaha ediliyor denilmiş. Rıza Paşa mevkiini muhafaza için inkâr etmiş.
Bir gün gazetenin icap eden yazılarından birini yazmakla meşguldük. Baytar dershane­lerinden birine girmiş, kapıyı kapamıştık. Kapı arkasında birkaç nöbetçi duruyordu. Rıza Paşa’ya haber vermişler, sınıfı bastı. Yazılar masa üzerinde ve ön tarafta duruyordu, gör­memezliğe geldi. Ancak dersten başka şeylerle uğraşmak iştigal vesilesiyle tevkifimizi em­retti, çıkarken;
-Yalnız izinsizlikle iktifa olunabilir… dedi. Sonra hiçbir ceza tatbikine lüzum olmadığını söylemiş. Böyle hareket etmesinde, atfedilen kusuru meydana çıkarmamak gayretinin dahli olmakla beraber, hüsnüniyeti de inkâr edilemezdi.”
Mustafa Kemal, Harp Okulu’nda sonra Harp Akademisi’ne girmiş ve 11 Ocak 1905’te Yüzbaşı rütbesiyle bu okulu bitirmiştir.[33]



[1] Yrd. Doç. Dr. Ali Güler, Karaman’dan Kocacık’a, Oğuzlar, Atatürk’ün Soyu, Ankara 2001,s. 94
[2] Ali Güler, a.g.e.,s. 85
[3] Fahrettin Öztoprak, Oğuzların İsyanı ve...,a.g.e., s. 21
[4] Fahrettin Öztoprak, a.g.e., s. 18-19
[5] Ali Güler, a.g.e.,s. 99
[7] Ali Güler, a.g.e.,s. 99
[8] Prof. Dr. Hamza Eroğlu, Atatürk'ün Hayatı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları/703, Ankara 1986,s. 9
[9] Hamza Eroğlu, a.g.e.,s. 10
[10] Naci Kasım, Gazi’nin Hayatı (Büyük Gazi’nin Çocukluğundan İtibaren Ölümüne Kadar Bütün Hayatı), İstanbul Maarif Kitaphanesi, İstanbul 1981,s. 15
[11] Hamza Eroğlu, a.g.e.,s. 10
[12] Naci Kasım, a.g.e.,s. 15
[13] Milliyet.com.tr,  19 Ağustos 2012, Gündem, Kaynak: Ömer Şahin, Radikal Gazetesi,
[14] Milliyet gazetesi,  Gündem, a.g.h.
[15] Adnan Doğan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Soy Şeceresi: http://www.xing.com/net/tcb/gazi-mustafa-kemal-ataturk-72789/gazi-mustafa-kemal-ataturk-un-soy-seceresi-9951428, 
[16] Sabah Gazetesi, Gündem, yeni haber: Giriş Saati: 20.08.2012 10:16, Güncelleme : 20.08.2012 10:19; Kaynak: Ömer Şahin, Radikal Gazetesi:  http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/08/20/ataturk-malatyali-mi
[17] Sabah gazetesi,  Gündem, a.g.h.
[18] Mehmet Kazancı, Atatürk ve Malatya, Malatya İl Kültür Turizm Müdürlüğü; http://www.malatyakulturturizm.gov.tr/belge/1-93070/ataturk-ve-malatya.html.
[19] Milliyet gazetesi,  Gündem, a.g.h.
[20] Ülkü Adatepe - Vikpedi
[21] Milliyet gazetesi,  Gündem, a.g.h.
[22] Sinan Meydan İstanbul/Ağustos 2010, Cumhuriyet Tarihi Yalancıları, http://www.turktoresi.com/viewtopic.php?f=29&t=11069
[23] Muharrem Bayraktar, Kadir Mısıroğlu ve Rıza Nur, Başyazı, Yeni mesaj Gazetesi, 28 Mart 2012
[24] Milliyet gazetesi,  Gündem, a.g.h.
[25] Hıdırlar, Hacıbektaş – Vikipedi; 1- Karıncalı’nın Tarihi: http://www.karincalikoyu40.com/kuspinari/id1.htm; Fahrettin Öztoprak, Uzunyayla ya da Halep Türkmenleri, Haberiniz.com, 4 Eylül 2011, Köşe yazısı: http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi39450-Uzunyayla_Ya_da_Halep_Turkmenleri_2_.html
[26] Fahrettin Öztoprak, a.g.y.
[27] Fahrettin Öztoprak, a.g.y.
[28] Hamza Eroğlu, a.g.e.,s. 11
[29] Hamza Eroğlu, a.g.e.,s. 12
[30] Hamza Eroğlu, a.g.e.,s. 12-13
[31] Hamza Eroğlu, a.g.e.,s. 13
[32] Naci Kasım, a.g.e.,s. 18-19
[33] Naci Kasım, a.g.e.,s. 23-24

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder